LAPİNSKİ’DEN BU FİTNECİLERE MALZEME ÇIKMAZ! -1
18 dk okuma süresi

LAPİNSKİ’DEN BU FİTNECİLERE MALZEME ÇIKMAZ! -1

Hepinizin dikkatini çekmiştir…

Son yıllarda, ürettikleri tuhaf söylemlerle ortalığı bulandırmaya çalışan bir güruh türedi. Üzerinde mutabakat hasıl olmuş, hatta aksiyom kabul edilen bilgi, belge ve isimlendirmeleri kurcalayarak, tahrif ederek, üzerinde şüpheler oluşturarak, bilindik manaları dışında zorlama anlamlar yükleyerek akla ziyan çıkarımlarla bağnaz bir milliyetçi atmosfer oluşturuyor; buradan ürettikleri gerilimle de halkları birbirine düşürmeye çalışıyorlar.

Bunun literatürdeki adı fitnedir ve bir 5’inci kol faaliyetidir.

Belge ve bilgileri tahrif ederek sosyal medya üzerinden pompaladıkları zırvaların ciddiye alınabilir bir tarafı olmadığı için genelde cevapsız bırakılmakta; bu da fitnecileri ve etkisi altına giren cahil küçük bir kesimi gün be gün söylemlerinde daha cüretkar kılarak, doz artırımına götürmektedir. Belli ki Hitlerin Propaganda Bakanı Dr. Paul Joseph Goebbels’in, “Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur; kendi fikri gibi benimser ve savunur. (…) Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır” tespitini çalışmalarında rehber edinmişler.

Ancak, -Göbels’in öngördüğü gibi- artık zararlı olmaya başlayan bu yalanlara bir dur demenin zamanı gelmiştir.

Biz bu yazımızda, 1857-58-59 yıllarında Kafkasya’da Adigeler arasında bulunan Teofil Lapinski’nin ifadeleri dayanak yapılarak üretilen zırvalardan birini ele alacağız. İsimleri anılmaya değmez bu kötü niyetli güruhtan bazıları en son “Abaza” terimini kendilerine hedef seçerek “sözde Adige milliyetçiliği” adına gasp etmeye, Abaza halkını kimliksizleştirerek tarih dışına itmeye yelteniyorlar.

Bunu yaparken de tabii ki dürüstlük, bilimsellik, etik gibi değerler hak getire… Yazdığı iki sayfalık “inkar” ve “gasp” deklarasyonlarıyla tarihi ters yüz edebileceklerini zanneden bu zavallılardan biri kaleme aldığı zırvanamesine şöyle giriş yapmış:

“Biz ise şimdi hiç doğru bilinmeyen bambaşka bir terminolojik hataya vurgu yapacağız. Oda ABAZA adı üzerinedir. Çünkü bu isim bir Çerkes (Adige) etnonimidir. (…………)”

Bu cümleyi, hani “hepimiz Abazayız” hesabı iki halk arasındaki kardeşleşmeye katkı niyetiyle sarf etse, lafı nasıl dediğine bakmaz maksimum hoşgörüyle kendisini aramıza buyur edebilirdik ama niyet bir halkı yok saymak ve tarih dışına atmak olunca bu terbiyesize hak ettiği cevabı vermek artık kaçınılmaz bir görev haline geliyor.

Fitneci şahsın yukarıya alıntıladığımız cümlesinin sonundaki noktalı alanda kendi ismi yer alıyor. Adamdaki megalomaniyi görüyor musunuz, kendini Adigelerin Abraham Lincoln’ü filan zannediyor olmalı ki üç satırlık yazıda kendi adına tırnak içi özdeyişler(!) filan da yumurtlamaya başlamış. Bu örnek bile bu güruhun nasıl bir ruh hali içinde bulunduklarına dair önemli bir ip ucu mahiyetindedir.

Peki bu şahıs “reel Abazaları” normalde “Adige” ve “Çerkes” kavramlarının yanına bile yanaştırmazken, şimdi devşirmek için daha da ileri gidip Abaza soyunu yok sayarak ve isimlerini de gasp ederek “Abaza ismi Çerkes (Adige) etnomimidir” gibi boyundan büyük lafları hangi kaynağa dayanarak sarf ediyor?

Hemen cevabını verelim: Polonyalı maceracı Albay Teofil Lapinski’ye dayanarak…

Peki, kimdir bu Lapinski?

Teofil Lapinski, Şubat 1858 ila Aralık 1959 tarihleri arasında Çerkesya’da bulunarak Ruslara karşı mücadeleye destek vermiş Lehistanlı maceracı bir Albay. Daha sonra Kafkasya’da bulunduğu bu üç yıla yakın süre içinde yaşadıklarını ve işittiklerini 1860 yılında “Die Bergvolker des Kaukasus” ismiyle Almanya’da kitaplaştırmış.

Ne anlatıyor kitabında Lapinski?

Ele alacağımız konu çerçevesinde özetlersek, “Avrupa’da yanlış olarak “Çerkesler” adıyla bilinen toplumun gerçek adının “Abazalar” olduğunu ve bu ‘Abazalar’ın kendilerine ‘Adige’ dediklerini” , “Adıge ülkesinin sınırlarının da güneyde Bzıb Nehri’ne kadar indiğini’’ söylüyor.

Aslında çok daha fazlasını söylüyor Lapinski ama bizim fitnebaz koca kitaptan sadece işine gelen bu bir kaç cümleyi almış, sonra da “tartışılmaz belge” gibi lanse ederek bundan hüküm çıkartmış: “Yani Lapinski “Abaza’’ kelimesiyle Adige terminolojisini kullanıyor ve bu tanımla Kıyı boyu Çerkes kabileleri –Natuhayları, Abzakhları, Şapsığları ve Vıbıhları kastediyor. Çünkü bu kabilelere Çerkes-Adıge dilinde ‘’Abaza-jıle’’ denir. Bu ne Abazinler ve ne de Abhazlardır.”

***

Şimdi…

Öncelikle belirtelim ki yapılan alıntı “cımbızlanmış” bir alıntıdır. Ama bu bölümde bunu mevzu yapmayarak ‘o kısa aklıyla bu kadar anlamış olabilir’ deyip göz ardı edeceğiz. Fakat fitnebazın kabul mantığı içerisinde küçük bir sorgulama yapacağız.

Lapinski’den alıntıladığı, genel kabul görmüş bilgilere aykırı bir cümleyi sorgusuz sualsiz doğru kabul ederek bununla bir halkın yokluğuna hükmeden biri, Lapinski’yi bu sahada tartışılmaz bir otorite kabul ediyor demektir.

Bu durumda Lapinski’nin kitabında yer alan bu konudaki tüm bilgilerin de muteber kabul edilmesi gerekir.

Bu tespiti yaptıktan sonra Lapinski’nin kitabının 3. Bölüm’ünün başından uzunca bir alıntı yapalım.

Bu bölümde şunları yazmış Teofil Lapinski:

«Çerkes» kelimesi çok eskidir ve başlangıçta Dinyeper Nehri’nin kıyısında yaygın olan soyguncu çetelerin adı olarak kullanılmıştır. Türk-Tatar dilindeki «çer» veya «çar» (beklemek, aramak) ve «Kes» (kesmek, soymak, öldürmek) kelimelerinden oluşur.

Tarihte tanıdığımız ilk Çerkesler, aralarında Türk-Tatar unsurunun hakim olduğu farklı milletlerden oluşan, yol kesen büyük bir soyguncu çetesiydi. Hayvan sürüleri arasında ve atların tabunlarında yaşıyorlardı ama en önemli özellikleri soyguncu ve savaşçılıklarıydı… Tatar hanının ya da Türk sultanının gücünü tanımıyorlardı ve komşularınca kendilerine soyguncular ve dolandırıcılar, ya da aynı şekilde “Çerkesler” deniyordu. Pek çoğu tarafından giyilen zırhlı ekipmanlar nedeniyle, Kaizakas olarak adlandırıldılar. Ana kısmı Çerkes adını taşıyordu ve nitekim Dinyeper Nehri üzerinde hala aynı adı taşıyan bir şehir mevcuttur.

Çok sayıda Polonyalı ve Küçük Rusyalı kaçak da kendilerine katılarak bu çeteleri güçlendirdi. Çetelerde Slav unsuru baskın hale gelince, Çerkeslerin Tatar kısmı Don’a gitti. Dinyeper üzerinde kalanlar Kaizak ve daha sonra Kazak olarak adlandırılmaya başladılar.

Don’a taşınan Çerkesler, şimdi Novo-Cherkassk olarak adlandırılan Yeni Çerkassk’i kurdu.

Moskova, büyük prenslerin etkisi ile Don’da askeri örgütlenmeye başladığında Çerkesler; Tatarlar, Moskovit ve Ruslar ile karışmış ve yavaş yavaş Yunan-Hıristiyan inancını kabul etmişlerdir.

Hristiyan inancını kabul etmek istemeyen serbest kısım doğuya doğru gitmiş ve Kuban ile Karadeniz arasında, Kuban ve Terek nehirlerinin kuzeyindeki düzlüklere yerleşmiş ve burada Tatar göçebe kabileleriyle karışıp kervan ticaretini tehlikeli hale getirmişlerdir. “Çerkes birlikleri” adı altında Kırım ve Osmanlı ordularında bir araya gelen bu vahşi çeteler, Dinyeper, Don, Kuban ve Terek’ten gelen korsanlarla aynıydı ve yardımcı askeri kuvvet olarak hizmet ettiler; Türk Sultanı ve Tatar Hanının doğrudan emri altında değillerdi.” (Theophil Lapinski, Die Bergvolker des Kaukasus, Hamburg-1863, s: 61-73)

“Tüm Kazakların tarihini dikkatlice inceleyince şunu görüyorum, bu korkunç milisler nerede olsalar da tamamen aynı köke sahiptir ve her yerde Çerkes adı ile ifade edilmektedir.” (A.g.e. S:13)

“Kırım’ı ele geçirdikten ve fethettikten sonra Ruslar Kafkasya’ya ilerlemeye başladıklarında Çerkeslerle karşılaştılar. Birkaç sıcak çatışmadan sonra bazıları itaat etti, diğerleri kısmen Terek’in sağ kıyısına; bir kısmı da Kuban’ın sol kıyısına çekildi. Rus hükümeti her iki nehrin kıyısında da Kazak kolonileri düzenledi. Yeni koloniler Terek’e dayanıyordu -birçok Çerkesin başından beri karıştığı Hat Kazakları, Dinyeper ile Polonya Zaporoj kolonileri Kuban’a taşındı. Çerkesler, kaçtıkları Kafkas bölgelerinde, Tatar geleneklerini aldı ve Muhammedi dinine girdiler; Dağıstan’da yaşayan Semitik ve Turan kabileleriyle karıştılar.

Abasia’da ise farklı bir kaderleri oldu. Çerkesler, geçen yüzyılın sonunda Kuban kıyılarına ve Kabarda’ya yerleştiklerinde sayıları hala önemliydi. Eğer torunlarının anlattığı efsaneye inanılırsa, başka bir 20.000 atlı tarafından büyütüldüler. Piyadeleri yoktu. Dört kat daha fazla nüfusları Rus Savaşında yok edildi veya Ruslar tarafından bastırıldı ya da Terek’ten doğuya gittiler. Çerkesler geldiğinde Kuban’ın sol kıyısı neredeyse ıssızdı; ovalarda sadece büyük sığır ve koyun sürüleri otluyordu. (Bölgeninç.n.) sahibi Abazalar ülkenin derinliklerindeki dağlarda yaşıyorlardı. Soyguncu Çerkesler ve yarı vahşi Abazalar arasında şiddetli bir mücadele ortaya çıktı ve mücadele Çerkesler aleyhine sona erdi. Anapa ve Sucukkale Türk kalelerinin duvarları arkasında koruma arayan birkaç aile ile Psikups ve Pşada Nehirleri arasında Kuban’a yerleşen diğer bazı aileler hariç, Şapsug ve Abadzeh ülkesinden temizlenmek durumunda kalındılar ve Laba ve Küçük Kuban’a, Kabarda’ya itildiler. En fazla 50 kadar aile Abazalar ile karışarak aralarına yerleşti.

Küçük Kuban’da oluşan küçük Çerkes kabileleri yavaş yavaş Abazalar’la karışmış ve Abaza elementinin baskın olduğu bir duruma gelmişti. Bu küçük kabileler -Bjedokh, Kemirgai, Hatokai, İarokhei, Besney, Karaçay, Mokosh vd.- Çerkes prenslerine itaat ettiler.

Fakat Çerkeslerin çoğu, bölgenin eski sakinleri Semitik-Yahudi Lezgiler ve yarı Hıristiyan Abazaların soyundan gelenlerle, savaştıkları Kabarda’ya gitti ve galip geldiler. Kabarda sakinleri yakın tarihte Muhammediliği kabul etti, ancak Çerkesler tarafından da kabul edilen ve çok sayıda Tatar kelimesinin bir karışımı olan Adige dilini korudular. Каbаrda nüfusu karışık ve üç ırkın (Abazalar tarafından temsil edilen İndo-german, Çerkesler tarafından temsil edilen Turan ve Lezginler tarafından temsil edilen Semitik) birleşimi durumundadır. Pek çok Çerkes ailesi bugün hala var olan prensliği ve asaleti (han ve mirza) korumaktadır.

Kabarda’nın başarılı bir direniş gösteremediği Rus saldırıları, Abazaları Çerkeslerle ortak bir tehlike içine soktu. Büyük Kuban boyunda zengin ovaları barındıran, geniş ve geçilmesi zor bir nehir ve dağlarla korunan ilk grup (Abazalar), Küçük Kuban boyunca ovalarda yaşayan ve Rusların ilk darbelerine muhatap olan küçük sınır kabileleri kadar tehlikeye maruz kalmadı. Bu (küçük) kabilelerdeki Çerkes soyadlarının çoğu sürekli bir araya geldikleri Abazaların içine çekildi ve dağınık bir şekilde yaşarlarken, Abazalar arasında Ezden-Tlako adı altında kendi kabilelerini oluşturdular ve Abazalar da “şövalye” veya “asil” anlamına gelen “work” olarak adlandırıldılar.

Bunların (Çerkesler ç.n.) hepsi Muhammedin dininde, savaşta deneyimli ve ateşli silahlar yerine 50 yıl önceki ok ve yaylara hakim olan Abazalar’dan daha iyi silahlıydı; bu nedenle tüm askeri faaliyetlerde lider oldular.

Ancak çok geçmeden ayrıcalıklı konumlarını kötüye kullanmaya başladılar ve komşularına baskı yaptılar. Menfaat gördüklerinde Ruslarla müzakerelere girdiler, ülkeye ihanet ettiler.

Çerkesleri yabancı olarak gören Abazalar (entrikalar sonucu sadece bazı hırslı Abaza aileleri bu soydan olan ailelerle yakınlaştı) misafirlerinden (Çerkeslerden ç.n.) sıkılmaya başladı. Uzun süren mücadele dönemi nedeniyle, zaten askeri zanaata aşinaydılar, en iyi silahları elde ettiler ve böylece üzerlerinde hakimiyet kuranları (Çerkesler ç.n.) dağıtabildiler. Abasia’nın son yıllarında Çerkeslerin etkisinin silinmesinden bahsedecek olursak; burada soyluların artık hiç bir saygı görmediğini; ancak nüfusun yarısını oluşturan kısmı üzerinde üzücü bir etkileri olduğunu ve Adıge halkının (Absialar için kullanılıyor ç.n.) onlara nefret, güvensizlik ve hatta küçümseme ile baktığını söyleyebiliriz.

Çerkeslerin tarihine dair bu kısa inceleme ile Avrupa’da devam eden yanılgıyı çürütmek istiyorum: Kafkasya halkları olan Abazalar ve Dağıstan kabilelerinin Çerkeslerin adıyla etiketlenmesi tamamen yanlıştır, ki artık Çerkes de yoktur; Kafkasya’daki kalıntıları kendilerini daha fazla koruyamıyor ve gün geçtikçe daha da yok oluyorlar. Son kalanlar geçen yıldan bu yana önemli miktarda Türkiye’ye tahliye edildiler.

Çok daha büyük bir hakka sahip olarak, Kuban Kazakları hariç tüm Rusya Kazakları Çerkesler olarak adlandırılabilir; çünkü eski yol soyguncularının torunları onlar olup aralarındaki Çerkes ruhunu hala koruyorlar.” (A.g.e. 63-67)

Metini okumaya devam edeceğiz, fakat burada biraz durup bu fitneci gruba bazı sorular yöneltmemiz gerekiyor.

Görüldüğü gibi, doğru dürüst anlamadan, cımbızlama usulüyle işine gelen söylemlerine sahip çıkıp palavralarına dayanak yapmaya çalıştıkları Lapinski’nin “Çerkes” ismini verdiği topluluk ile “Abasia” ismini verdiği (“kendilerine Adige diyen” şeklinde tarif ettiği) topluluğun birbiriyle hiçbir ilişkisi yoktur.

Lapinski’nin literatüründe “Adige=Çerkes” değil, “Adige=Abaza”dır.

“Çerkes (Adige)” biçimindeki terkipler tam bir palavradır.

Çünkü Lapinski’ye göre “Çerkesler” Tatar ve Slav kökenli bir haydutlar ve soyguncular topluluğudur.

Şimdi soruyoruz: Mademki Lapinski’nin hatıratı sizin için muteber bir kaynak ve ondan cımbızladığınız bir cümle ile tarihi yeni baştan yazabileceğinizi zannediyorsunuz, bugüne kadar “Çerkes’ sadece Adigelerin atalarına verilen isimdir; diğer Kafkasyalıların Çerkeslerle hiçbir ilgisi yoktur” diyerek kıskançlıkla sahip çıktığınız ve herkesi kapsama alanı dışına ittiğiniz “Çerkes” kavramına Lapinski’nin bu tanımından sonra da sahip çıkacak mısınız?

Çıkarsanız Lapinski’nin tanımı doğrultusunda Adigelikten de çıkmış olacağınızı kabul ediyor musunuz?

Hele hele üzerine çökmeye kalktığınız “Abaza” ismiyle uzaktan yakından hiç bir ilginiz kalmayacağını biliyor musunuz?

Daha açık soralım:

Lapinski sizin için muteberse eğer, aşağıdaki seçeneklerden birine sahiplenmek zorundasınız:

– “Biz Abasia (Abaza/Adige)yız, Çerkes değiliz.”

– “Biz Çerkes’iz, Abasia (Abaza/Adige) değiliz.”

Yok eğer ikisine de katılmıyorsanız “Lapinski saçmalıyor” demek zorundasınız ki hangi şıkkı seçerseniz seçin, Lapinski üzerinden kurduğunuz tüm tezleriniz üzerinize çökecektir.

Sonuç olarak iddialarınızın ne kadar düzmece olduğu ortaya çıkarken, kapasitesizliğiniz ve istismarcılığınız bir kez daha tescillemiş olacaktır.

***

Yanlış anlamalara mahal vermemek için belirtelim ki biz Lapinski’nin “Çerkes” ismi ve içeriğine dair aktardığı bilgilerin hiçbirine elbette ki katılmıyoruz. Aktardığımız satırlarla sadece, halklar arasına düşmanlık ekmeye çalışan fitneci grubun cehaletini ve kaynaklarının bile kendilerini tekzip ettiğini ortaya koyarak halklarımızı yalan ve saptırma bilgilere karşı uyanık olmaya çağırıyoruz.

Lapinski’nin kitabında yer alan bizzat içinde yaşadığı olaylar ve folklorik bilgiler tarihçiler nezdinde elbette bir değere haizdir.

Ancak kitaba, kaynağı meçhul absürt rivayetlerle bir bütün kabul edilerek “kutsal metin” muamelesi yapılırsa, Çerkes isminin bir “soyguncu çete”ye indirgenerek aşağılanması örneğinde olduğu gibi pek çok cahilane söylemin işbirlikçisi durumuna düşülmekten kurtulmak mümkün olamaz.

Bu gibi saçmalıkları dayanak kılarak Abaza-Adige çatışması yaratmaya çalışmanın ne denli yersiz olduğu umarız biraz daha iyi anlaşılmıştır.

Lapinski’nin kitabında bu güruha daha epeyce ders var. Bir sonraki yazıda da onları ele alacağız.

 

ŞAMİL KAS

https://www.facebook.com/100006297875977/posts/2658420081044562/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir